Devrimci Gençlik
ŞİMDİ AKKOR ZAMANIDIR, YAKINDA YALNIZ IŞIK GÖRÜLECEKTİR!

12 Haziran Seçimlerinin
Sayısal Sonuçları

Kurtuluş Cephesi

      Marksistler için seçimler, Engels’in sözcükleriyle ifade edersek, “genel oy hakkı”, “işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir”.[1*] Bu açıdan, bir genel ya da yerel seçimin irdelenmesi, her şeyden önce, başta işçi sınıfı olmak üzere geniş halk kitlelerinin siyasal davranış biçimlerini ve siyasal yönelimlerini saptamaya olanak sağlar. Seçim tahlilleri, aynı zamanda, iki seçim arasında ülkede gelişen ekonomik ve toplumsal olayların kitlelerin bilincine nasıl yansıdığının da saptanmasını olanaklı kılar. Bu yönüyle seçim sonuçlarının irdelenmesi, ekonomik ve sosyolojik nitelik taşır.
      Ancak seçimler, her durumda siyasal olaylardır; dolayısıyla da seçim sonuçları, içinde yaşanılan maddi varlık koşullarının seçmenlerin bilincine nasıl yansıdığını ve günümüz açısından çok daha önemli olan nasıl yansıtıldığını ortaya koyar.
      Seçimler gibi her siyasal olay, her zaman siyasal olarak ve belli bir bakış açısından değerlendirilebilir. Oysa bugün ülkemizde “anket şirketleri”nin sözcüleri seçim sonuçlarını irdeleyen tek “otorite” olarak ortaya çıkartılmıştır. 12 Haziran seçimlerinin sayısal sonuçları da, her seçim sonrasında olduğu gibi, bu “anket şirketleri” tarafından “değerlendirilmiş”tir.Üstelik bu “anket şirketleri”nin sözcülerinin toplumbilimci edasıyla yaptıkları “değerlendirmeler” de, hemen her kesim tarafından “objektif ve yansız” bir değerlendirme olarak kabul görmektedir.
      Seçmen tercihlerini etkileyen on binlerce propagandif dışsal etki, ekonomik çıkar beklentisi ve ilişkisi, manipülasyon ve dezenformasyon ortamında bu “objektif ve yansız” değerlendirmeler yepyeni bir siyasal söylem ve yönelim de ortaya çıkarabilmektedir.
      Bunların yanında, “anket şirketleri”nin “objektif ve yansız” kabul edilen değerlendirmeleri, hemen her durumda basit istatistik ölçütlerle ve kavramlarla yapılmaktadır. Bunun sonucu olarak da, seçim sonuçlarından herkesin kendine göre “önemli” kabul edeceği çıkarsamalar ileri sürülmektedir.
      Evet, seçimler, “işçi sınıfının” olduğu kadar, geniş halk kitlelerinin de siyasal olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Siyaset açısından 12 Haziran seçimlerinin sayısal verileri bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir.
     

12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinin Toplu Sonuçları

 

Partilerin Aldığı Oy

Oy Oranı (%)

AKP

21.466.446

49,95

CHP

11.147.692

25,94

MHP

5.576.116

12,98

Blok (BDP)

2.339.501

5,44

SP

535.532

1,25

HAS

327.306

0,76

BBP

315.919

0,74

DP

280.862

0,65

HEPAR

122.308

0,28

DSP

106.324

0,25

DYP

64.213

0,15

TKP

61.224

0,14

MP

59.830

0,14

MMP

36.914

0,09

EMEP

31.562

0,07

LDP

15.457

0,04

Bağımsızlar

486.530

1,14


       
       
      Bu sayısal verilere yüzeysel bir bakışla ilk söylenebilecek şey, AKP’nin “açık ara” seçimlerden “zafer”le çıktığıdır. Seçim sürecindeki “kaset skandalı” göz önüne alındığında ise, MHP’nin %10 seçim barajını geçmesi “büyük bir başarı” olarak kabul edilebilir.
      Yine aynı sayısal verilere göre, BDP’nin desteklediği “Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku” adaylarının aldığı yaklaşık %6’lık oy oranı ve 36 milletvekili çıkarması “büyük başarı” olarak kabul edilecektir.
      Bu durumda, geriye kalan tek büyük kitle partisi olarak CHP seçimin “en az başarılı olan” (ya da “başarısız”) tarafı olarak kolayca ilan edilebilir. Ancak bir önceki genel seçime göre (2007) CHP’nin oylarını %5 artırması ve daha fazla milletvekili çıkarması hesaba katıldığında, CHP’nin de “başarılı” olduğu söylenebilir.
      Bir başka açıdan bakıldığında, TBMM’ye “ilk kez” 72 kadın milletvekilinin girmesi de, seçimin “gerçek galibi”nin kadınlar ve kadın hareketi olduğu kabul edilecektir.
      Tüm bunları göz önüne alarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’a ilişkin ortaya attığı “win-win” mantığıyla seçim sonuçları değerlendirildiğinde, 12 Haziran seçimlerinin “kaybedeni” olmayan, herkesin “kazandığı” bir seçim olduğu ileri sürülebilir.
      Yandaş “medya”ya göre, 12 Haziran seçimlerinde, seçmenler, “ekonomik gelişme ve istikrar”a oy vermiştir. AKP’nin aldığı %49,9 oy oranı da bunun kanıtı olarak sunulmaktadır. (Oysa aynı “kanıt” tersten okunduğunda, seçmenlerin %50,9’unun tersi kanıda olduğu görülür.)
     

2002-2011 Seçim Sonuçları

2002
Genel Seçimleri

2004
Yerel Seçimleri

2007
Genel Seçimleri

2009
Yerel Seçimleri

2011
Genel Seçimleri

AKP

10.808.229

13.447.287

16.327.291

15.353.553

21.466.446

ANAP

1.618.465

807.761

-

304.361

-

DYP/DP

3.008.942

3.216.213

1.898.873

1.536.847

345.075

SP

785.489

1.297.681

820.289

2.079.701

535.532

HAS Parti - - - -

327.306

MHP

2.635.787

3.372.249

5.001.869

6.386.279

5.576.116

BBP

322.093

374.125

-

943.765

315.919

GP

2.285.598

839.856

1.064.871

-

 

Sağ Partiler Toplamı*

21.464.603

22.981.047

25.113.193

26.604.506

28.566.394

CHP+DSP

6.497.361

6.566.076

7.277.553

10.369.814

11.254.016

DEHAP/DTP/BDP

1.960.660

1.662.280

1.334.518

2.277.777

2.339.501

* Fazla ayrıntılı olmaması için binde küsür oy alan sağ partiler toplama dahil edilmemiştir.

       

2002-2011 Seçim Sonuçları (Partilerin Oy Oranları)

2002
Genel Seçimleri

2004
Yerel Seçimleri

2007
Genel Seçimleri

2009
Yerel Seçimleri

2011
Genel Seçimleri

AKP

%34,28

%41,67

%46,52

%38,39

%49,85

ANAP

%5,13

%2,50

-

%0,76

-

DYP/DP

%14,67

%12,47

%5,44

%3,84

%0,80

SP

%2,49

%4,02

%2,34

%5,20

%1,25

HAS

-

-

-

-

%0,76

MHP

%8,36

%10,45

%14,27

%15,97

%12,98

BBP

%1,02

%1,16

-

%2,36

%0,74

GP

%7,25

%2,60

%3,04

-

-

“Sağ” Partiler Toplamı

%68,07

%72,37

%71,61

%66,52

%66,38

CHP+DSP

%20,61

%20,35

%20,90

%25,93

%26,15

DEHAP/DTP/BDP

%6,23

%5,15

%5,19

%5,70

%5,44


       

2002
Genel Seçimleri

2004
Yerel Seçimleri

2007
Genel Seçimleri

2009
Yerel Seçimleri

2011
Genel Seçimleri

2007-2011
Seçmen Sayısındaki Artış

2009-2011
Seçmen Sayısındaki Artış

Seçmen Sayısı

41.436.538

43.337.733

42.799.303

48.049.446

50.411.080

7.611.777

2.377.833

Kullanılan Oy

32.682.772

33.087.895

36.056.293

40.932.260

43.913.276

7.856.983

3.076.491

Geçerli Oy

31.416.584

32.101.184

35.049.691

39.988.763

42.973.736

7.924.045

3.024.870

Katılım Oranı

% 78,87

% 76.35

%84,25

% 85.19

%87,11


       
      Bütün bunlar bize ne ifade etmektedir? Kitlelerin (özel olarak da işçi sınıfının) siyasal olgunluk düzeyi konusunda nasıl bir “fikir” vermektedir?
      Cari açığın 80 milyar dolar olması beklenen, milyonlarca insanın “yoksulluk sınırında” yaşadığı, hemen herkesin “kredi kartı” sahibi ve borçlusu olduğu, sanayi ve tarımsal üretimin yerini ticaretin ve hizmetler sektörünün aldığı bir ülkede 12 Haziran seçimlerinin sayısal verilerinin bu tarz “tahlili”, açıktır ki, fazla bir şey ifade etmemektedir.
      Ekonomik durum bu kadar kötüyken, insanlar yaşamlarını borçlanarak sürdürmek zorundayken, her an bir ekonomik krizin patlak vermesi beklenirken AKP’nin oylarını artırması, şüphesiz bir “izaha” muhtaçtır.
      2007 genel seçimleri ile 12 Haziran seçimleri karşılaştırıldığında, ilk göze çarpan olgu, AKP’nin oylarını 5 milyon 139 bin artırdığıdır. Bu oyun 1 milyon 685 bini diğer sağ partilerden (ANAP, DP, SP ve özellikle de Cem Uzan’ın Genç Partisi) geldiği görülmektedir. Buna göre, 12 Haziran seçimlerinde AKP’nin yeni seçmenlerden aldığı oy miktarı 3 milyon 453 bin olmaktadır.
      Öte yandan, CHP ve DSP’nin toplam oyları 3 milyon 960 bin ve BDP’nin ise 1 milyon artmıştır. Bu da açık biçimde CHP ve BDP’nin 4 milyon 960 bin yeni seçmenden oy aldığını göstermektedir.
      Buna göre, yeni seçmenlerin %41’i AKP’ye oy verirken, %59’u CHP+DSP+BDP’ye oy vermiştir. Oysa 12 Haziran seçimlerinde AKP oyların %49,9’unu, CHP+DSP+ BDP ise %32,7’sini almıştır.[2*]
      Seçim sonuçlarına oransal olarak bakıldığında, 2002 seçimlerinden sonra 2004 ve 2007’de oy oranlarını artıran sağ partiler, 2009 ve 12 Haziran seçimlerinde düşüşe geçmişlerdir. 2007 seçimlerinde %71,61 oy oranına ulaşan sağ partiler, 12 Haziran seçimlerinde %66,22 oy oranına ulaşabilmişlerdir.
      12 Haziran seçimlerinde, AKP, MHP ve %1,24 oranında oy alan SP (Saadet Partisi) dışındaki diğer sağ partiler marjinalleşmiş ve bir anlamda siyaset sahnesinden silinmişlerdir.
      AKP’nin, gerek 2007’de, gerek 12 Haziran seçimlerinde en büyük başarısı, CHP iktidarı ve “laik darbe” korkusu çevresinde tüm tarikatları ve cemaatleri birleştirmesi olmuştur. Genellikle “merkez sağ” adı verilen partilerin safında yer alan pek çok tarikat, şeyh, şıh, imam, “dinsiz” CHP ve “laik darbe” korkusuyla kenetlenirken, aynı zamanda “merkez sağ” partilerin seçmenlerinin bir bölümünü (özellikle kırsal bölgelerdeki orta ve zengin köylüleri) de beraberlerinde AKP’ye götürmüşlerdir.
      Yine Anadolu kasabalarında “merkez sağ” partilerin temel dayanağı olan esnaf, zanaatkar ve küçük-orta sermaye kesimleri de, “rant ekonomisi”, kredi ve ticaretteki genişleme politikalarıyla AKP’ye eklemlenmiştir. Sıkça dile getirildiği gibi, “her zaman iktidar olmaya” alışmış bu “merkez sağ” seçmen kitlesi, aynı zamanda Anadolu eşrafını oluşturduklarında, Anadolu il ve ilçelerindeki “merkez sağ” seçmen kitlesini de beraberlerinde AKP’ye götürmüşlerdir.
      Ancak 9 yıllık AKP iktidarıyla birlikte, AKP iktidarı sayesinde palazlanmış yeni bir küçük ve orta sermaye kesimi ortaya çıkmıştır. Bu kesimler, her ne kadar geleneksel olarak “merkez sağ” partilerin tabanını oluştursalar da, artık AKP iktidarıyla kendilerini özdeşleştirmişlerdir.
      Öte yandan, gerek “merkez sağ”da, gerekse “merkez sol”da yer alan (ve hatta “solcu” olan) yeni bir varlıklı tabaka ortaya çıkmıştır. Özellikle müteahhitlik alanında hızla gelişen ve büyüyen bu yeni varlıklı tabaka, “gıda tedarikçileri”yle birlikte, AKP’nin yeni “orta sınıf”ını oluşturmuşlardır. Varoluşlarını AKP iktidarına borçlu olduklarından, olası bir CHP iktidarıyla tüm varlıklarını yitireceklerini düşündükleri için AKP çevresinde kemikleşmiş bir tabaka oluşturmuşlardır.
      AKP, sadece şeriatçı kesimleri (tarikatlar, cemaatler vb.) “dinsiz” CHP iktidarı korkusuyla bir araya getirmemiş, aynı zamanda yeni varlıklı kesimleri de, CHP iktidarı koşullarında varlıklarını yitirecekleri korkusuyla kendi çevresinde toplanmak zorunda bırakmıştır. Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm zamanlarda ve seçim kampanyasında sürekli olarak CHP’nin tarihine gönderme yapmasının, İsmet Paşa’ya yönelik suçlamalarda bulunmasının temel nedeni de bu korkuyu yaymak ve pekiştirmektir.
      Bu kesimlerin ortak özellikleri, tek bir oya sahip bireyler olmamaları, çevrelerinde her zaman geniş bir kitleyi etkileyebilme potansiyeline sahip olmalarıdır.
      Bunların dışında kalan “sıradan insanlar” ise, kimi durumda “hediye paketleri”yle, kimi durumda “sosyal yardımlar”la, Dünya Bankası tarafından finanse edilen “okul için cep harçlığı” projesiyle[3*], kimi durumlarda milliyetçi ve dinsel duygularla AKP’ye yönelmiştir. Bunlar arasında en tipik olanları ise, TOKİ’den “ucuz konut” alan ve “kredi kartlı” yaşam sürdürenlerdir. Bu kesimlerin ayırıcı özelliği, kadınların ağırlıkta olmasıdır.
      Bu kesimler, olası bir CHP iktidarında bu yardımlardan ve olanaklardan mahrum kalacaklarına inandırılmışlardır. Her ne kadar CHP “aile sigortası” ile bu inancı yıkmaya çalışmışsa da, fazlaca etkili olmamıştır.
      12 Haziran seçim sonuçları içinde en çok tartışma konusu yapılan ise, AKP’nin “kıyılara inmesi” olmuştur. Kimilerine göre CHP’nin “kalesi” olan İzmir’de “gedik” açılmıştır. Bu da AKP’nin “büyük başarısı” olarak sunulmaktadır.
     

İzmir’de Partilerin Aldığı Oylar

CHP

AKP

MHP

DP

Genç Parti

Geçerli Oy

2007

736.196

631.807

287.864

155.788

108.006

2.075.138

2009

1.122.685

674.610

225.203

59.040

0

2.324.532

2011

1.102.635

928.209

282.022

19.234

0

2.509.636

2011-2007

366.439

296.402

-5.842

-136.554

-108.006

434.498


      Yukardaki tabloda da görüleceği gibi, AKP’nin İzmir’deki oy artışı, neredeyse DP ile Genç Parti’nin kaybettiği oylara eşittir. AKP’nin “kıyılara inmesi” denilen olay da, DP’nin “merkez sağ” seçmeni ile Uzan ailesinin yarattığı “rant”tan kaynaklanan seçmenlerin AKP saflarına geçmesidir.
      12 Haziran seçimlerinin gösterdiği bir diğer olgu ise, “solcu” ya da “sosyal-demokrat” (hangisi olduğu pek belirgin olmayan) Kılıçdaroğlu başkanlığındaki “yeni” CHP’nin beklenilenleri gerçekleştirememiş olmasıdır. CHP’nin seçim çalışmaları, esas olarak kendi tabanına yönelik olmuştur. Bu çalışma, mitinglere katılımı ve coşkuyu artırmışsa da, CHP seçmen kitlesinin beklentilerini ve umutlarını yükseltmiştir. Oy oranının %25,9’da kalması karşısında, bu kesimlerde umutsuzluk, karamsarlık ve öfke egemen olmaya başlamıştır.
      İşte yükselen beklentiler ve buna uygun seçim sonucunun ortaya çıkmaması karşısında “yeni” CHP’nin tüm muhalifleri, hep bir ağızdan bağırmaya, çağırmaya ve CHP yönetimini suçlamaya başlamışlardır. Bir kez daha CHP kendi iç sorunlarıyla uğraşan, kurultay çatışmalarına sahne olan “klasik CHP” görüntüsü vermeye başlamıştır.


Dipnotlar

[1*] Engels’ten yaptığımız alıntı tam olarak şöyledir: “Zenginlik, demokratik cumhuriyette, gücünü, dolaylı, ama o kadar da güvenli bir biçimde gösterir. Bir yandan, Amerika’nın klasik bir örnek sunduğu, memurların düpedüz rüşvet yemesi, öbür yandan, hükümetle borsa arasındaki ittifak biçimi altında; bu ittifak, devlet borçları ne kadar çok artar, ve hisse senetli şirketler, yalnızca ulaştırmayı değil, üretimin. kendisini de ellerinde ne kadar çok toplar ve böylece borsada ne kadar merkezi bir durum kazanırlarsa, o kadar kolay gerçekleşir. Amerika dışında, bunun çarpıcı bir örneğini yepyeni Fransız Cumhuriyeti verir, ve namuslu İsviçre de, bu alanda geride kalmaz. Ama, İngiltere bir yana, genel oy hakkının, Bismarck ya da Belichröder’den hangisini daha yüksek bir duruma yükselttiği belli olmayan yeni Alman İmparatorluğu, hükümetle borsa arasındaki bu kardeşçe ittifak için, demokratik bir cumhuriyetin [hiç de -ç.] zorunlu olmadığını kanıtlar. Ve kısacası, mülk sahibi sınıf, doğrudan doğruya, bütün yurttaşlara tanınan genel oy hakkı aracıyla hüküm sürer. Ezilen sınıf, yani gerçekte proletarya, kendi kendini kurtarmak için yeteri kadar olgunlaşmadıkça, çoğunlukla, varolan toplumsal rejimi, olanaklı tek rejim olarak düşünecek, ve siyasal bakımdan söylemek gerekirse, kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kanadını oluşturacaktır. Ama, kendi kendini kurtarmakta daha yetenekli bir duruma geldiği ölçüde, proletarya, ayrı bir parti oluşturur, ve kapitalistlerin temsilcilerini değil, kendi öz temsilcilerini seçer. Öyleyse, genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyi sağlayan göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundan daha çok hiçbir şey olamaz ve hiçbir zaman da olamayacaktır; ama bu kadarı da yeter. Genel oy hakkı termometresinin, emekçiler için kaynama noktasını göstereceği gün, onlar da, kapitalistler gibi, ne yapmaları gerekiyorsa onu yapacaklardır.” (Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Seçme Yapıtlar III, s. 401-402.)
[2*] 2009 yerel seçimlerine göre ise, 12 Haziran seçimlerinde AKP’nin oyları 6 milyon 112 bin artmıştır. Diğer sağ partilerin (MHP dahil) kaybettikleri oy miktarı ise, 4 milyon 450 bindir. Buna göre, AKP’nin gerçek oy artışı 1 milyon 662 bindir.
      Buna karşılık olarak 2009 yerel seçimlerine göre, CHP+DSP’nin oyları 868 bin ve BDP’nin oyları 62 bin artmıştır. Bunların toplam oy artışları 929 bindir. Diğer yandan geçerli oyların sayısı 3 milyon 24 bin artmıştır.
      Buna göre, yeni seçmenlerin %55’i AKP’ye, %31’i CHP+DSP+BDP’ye oy vermiş görünmektedir.
      Ancak bu yanıltıcıdır. Çünkü BDP pek çok yerde seçime girmediği gibi, DSP’nin 2009 yerel seçimlerinde aldığı oy büyük ölçüde Eskişehir’e aittir. 12 Haziran seçimlerinde DSP oylarının bir bölümünün MHP’ye gittiği görülmektedir. CHP’nin 2009 yerel seçimlerine göre oyları 1 milyon 917 bin artmıştır. Bu durumda CHP, yeni seçmenlerin %52’sinin oyunu alırken, AKP’nin aldığı oy oranı %45’de kalmaktadır.
      Burada genel seçimler ile yerel seçimlerin “farklı” niteliklere sahip oldukları, genel seçimlerde “ideolojik ve siyasal” tercihlerin, yerel seçimlerde ise “yörel” tercihlerin belirleyici olduğu ileri sürülebilir.
      Şüphesiz sosyolojik olarak bu doğrudur. Ancak bu tezi ileri sürenler, hemen her durumda “asıl olanın” genel seçimler olduğu, dolayısıyla genel seçim sonuçlarının esas alınması gerektiğini ileri sürerler. Yine de işlerine geldiği yerde genel seçim sonuçları ile yerel seçim sonuçlarını (il genel meclisi sonuçları) kıyaslayarak sonuçlar üretmeye çalışırlar.
      12 Haziran seçim sonuçları, ister 2007 genel seçim sonuçlarıyla, isterse 2009 yerel seçim sonuçlarıyla karşılaştırılsın, her iki durumda da yeni seçmen kitlesinin AKP’ye yönelmediğini göstermektedir.
[3*] Bu proje, “Sosyal Riski Azaltma Projesi” kapsamında 2002 yılında Dünya Bankası tarafından başlatılan ve resmi adı “Şartlı Nakit Transferi” (“çocuk parası”) olan projedir. Proje kapsamında yapılan para yardımları, “Kadının aile ve toplum içindeki konumunun güçlendirilmesi amacıyla, doğrudan annelere yapılmaktadır”. Buna göre, “annelere”, ilköğretime devam eden erkek çocuk başına ayda 20 TL ve kız çocuk başına ayda 25 TL; ortaöğretime devam eden erkek çocuk başına ayda 35 TL ve kız çocuk başına ayda 45 TL doğrudan nakit para verilmektedir. Bugün “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu” tarafından sürdürülmektedir. (Daha geniş bilgi için bkz. Kurtuluş Cephesi, “Yaşamımızdaki Dünya Bankası”, Sayı: 117, Eylül-Ekim 2010.)
      Dünya Bankası’nın AKP iktidarı dönemindeki finansal desteği sadece bununla sınırlı değildir. Dünya Bankası, “çocuk parası” için verdiği yaklaşık bir milyar dolardan çok daha fazlasını “kentsel dönüşüm projeleri”, “içme suyu rehabilitasyonu” vb. kapsamında AKP’li belediyelere, özellikle de İstanbul ve Ankara belediyelerine aktarmıştır. Dünya Bankası’nın bu “karşılıksız proje kredileri”, AKP’li belediyeler aracılığıyla müteahhitlere devredilmiş ve bu yolla inşaat sektöründe yeni bir “altın çağ” başlamasına yol açmıştır.








Kurtuluş Cephesi, 121. Sayı, Mayıs-Haziran 2011