Devrimci Gençlik
ŞİMDİ AKKOR ZAMANIDIR, YAKINDA YALNIZ IŞIK GÖRÜLECEKTİR!

Çaresizlik ve Çare
Kurtuluş Cephesi

      Genel söylemle, "sol", herkesin bildiği gibi belirsiz ve niteliksiz bir sözcüktür. Özel olarak bir sınıfın siyasal bir tutumunu tanımlamaz. Ancak devrim mücadelesinin her legal faaliyeti (legalizm değil), hemen her durumda bu belirsiz ve niteliksiz sözcüğü kullanmak durumunda kalmış ve giderek de bunu kavramlaştırmıştır.
      Ülkemizde önce İsmet İnönü'nün "ortanın solu"yla "halka açılan" "sol" sözcüğü, 1968'den sonra, bir yandan devrimci gençlik (Dev-Genç) mücadelesiyle, diğer yandan Ecevit'in "demokratik sol"uyla kitleselleşmiştir. Devrimci sol, kendisini Dev-Genç'le simgeleştirirken, legal ve düzen içi sol Ecevit'in CHP'siyle özdeşleşmiştir. Devrimci hareket, THKP-C ve THKO'nun 1971-1972 yıllarındaki silahlı mücadelesiyle, açık biçimde legal ve düzen içi soldan ve solculuktan kesin çizgilerle ayrılabilir bir niteliğe ulaşmıştır.
      12 Mart, 12 Eylül, Turgut Özal'lı yıllar, Sovyetler Birliği'nin dağıtılması, "globalizm" propagandası sürecinden geçilerek 2000'li yıllara gelindiğinde, sol, artık devrimci soldan, devrimci hareketten daha çok, solun "renkleri", "çeşitleri", "söylemleri" gibi "bir şeyler"le ya da düpedüz "halkın devrimci solu" "gibisinden" bir şeylerle karmakarışık olmuş, sınır çizgileri silikleşmiş ve çoğu alanda tam olarak yok olmuştur.
      1990'ların başlarında, "kimlik arayışı"yla, "önce birey olmak" öne çıktıkça da, solun örgütselliği, örgütsel niteliği de ortadan kaldırılmıştır. Neredeyse her dernek, "inisiyatif", "platform", "kolektif" vs. devrimci siyasal örgütlenmenin yerini almıştır. Bu türden "muğlak" ve "lose" oluşumlar, yeni yetişen kuşak tarafından "örgüt" olarak algılanmış ve öyle kabul edilmiştir.
      12 Eylül öncesinin "solcu" küçük-burjuvaları, 12 Eylül sonrasında kendi çocuklarını (yeni kuşağı) "sen önemlisin" masallarıyla büyütürken, "bireysellik", "kimlikçilik", "köken arayışı" vs.'ler sınıflar üstü bir konuma ulaştırılmıştır.
      Bu ortamda ve bu hava içinde 2000'li yıllara girildi.
      2000'li yıllar, bir ya da iki istisna dışında tüm illegal sol örgütlerin legalize olmasıyla nitelenebilir. Her ne kadar Mahir Çayan yoldaşın evrim ve devrim aşamalarına ilişkin saptamasına karşı çıksalar da, "uzun bir evrim dönemi"nin çalışma tarzı, örgütlenme anlayışı ve "siyaseti" bu legalizasyonla birlikte "sol"da (artık tırnak içinde "sol" haline dönüşen solda) egemen olmuştur.
      Ancak hiç bir sol "inisiyatif", "platform" vb. ya da "sol örgüt", Mahir Çayan yoldaşın tanımladığı biçimde "uzun bir evrim dönemi"nde bulunulduğundan açıkça söz etmese de, tüm "sol", neredeyse bu tanımlamayı harfi harfine izleyen bir ve tek çizgiye sahip olmuştur.
      "Evrim döneminin devrimci hitap dili, Almancadır. Almanca konuşma döneminde ihtilâlci atılıma yer yoktur. Bu dönemin devrimci çalışma tarzı proletaryayı bilinçlendirmek, örgütlendirmek, proletarya ile öncüsünün bağlarını sıklaştırmak, emekçi halk kitlelerini proletaryanın saflarına kazanarak devrim için eğitmektir.
      Eğer proletarya partisi kurulmuş ise, devrimci çalışma o partiyi proleter siyasi kitle partisi haline getirmek; çeşitli mesleki örgütler aracılığıyla kitlelerle organik bağlarını sıklaştırmak, proletaryanın ve emekçi halkın sınıf bilincini yükseltmek, demokratik muhalefetin en solunda yürüyerek, hakim sınıfları yoğun politik propaganda ile teşhir etmektir.
      ... evrim dönemlerinde parlamentoyu boykot etme, genel siyasi grevlere gitme, silahlı eylemin her türüne başvurma metodları devrimci değildir. Bu dönemde bu metodlara başvurma sol oportünizmden başka bir şey değildir. Devrimci çalışma metodları, başta proletarya olmak üzere emekçi kitleleri bilinçlendirme, propaganda, özel ekonomik grevler ve demokratik muhalefettir."[1*]

      Bugün, kendisini "sol" olarak tanımlayan, "komünist", "marksist", "leninist" ve hatta "maoist" sıfatları kullanan "sol", böylesine açık bir evrim dönemi çalışma tarzını izlemeye çalışırken, bu çalışma tarzının oportünist, pasifist, teslimiyetçi ve kuyrukçu niteliğinin anlaşılmaması için de, evrim ve devrim aşamalarından, bu aşamaların birbirinden ayrılmasından hiç söz etmez.
      Evrim aşaması ile devrim aşamasını birbirinden kesin çizgilerle ayırarak, devrimin nesnel ve öznel koşullarının yetersiz olduğundan yola çıkarak "uzun bir evrim dönemi"nde bulunulduğu, dolayısıyla "evrim dönemi" çalışma tarzının temel olduğu iddiası açıkça söylenmese de, pratikte tümüyle bu mantık içinde hareket edilir.
      Marksist-leninist teori ve pratik açısından evrim ve devrim aşamaları, devrimin nesnel ve öznel koşullarına bağlı olarak saptanır. Leninist tanıma göre, emperyalist dönemde devrimin nesnel koşulları, sistemin bütünü açısından mevcuttur. Ancak eşitsiz gelişim yasası nedeniyle, devrimler zamandaş olmayacaktır. Çünkü sistemin bütünündeki nesnel koşulların her ülkenin özel koşullarına yansıması farklıdır. Bu nedenle, devrimin nesnel koşulu, tek tek ülkelerdeki krizin (milli kriz)[2*] boyutuyla belirlenir. Eğer bir ülkede milli bir kriz yoksa, öznel koşullar (öncünün varlığı ve kitlelerin örgüt ve bilinç düzeyi) ne düzeyde olursa olsun gerçek bir devrimden söz edilemez. Bu durumda nesnel koşulların (milli kriz) olgunlaşmasına kadar sürecek olan bir evrim aşaması çalışması söz konusudur. Dolayısıyla da marksist-leninist partiler, nesnel koşullar olgunlaşana kadar tüm çalışmalarını evrim aşaması çalışması olarak planlar ve yürütürler.[3*]
      Yine Lenin'in milli kriz tanımında açıkça ifade edildiği gibi, nesnel koşullar ne denli olgunlaşmış olursa olsun, eğer öznel koşullar yetersizse bir devrimci durumdan, devrimden söz edilemez. Dolayısıyla da devrim aşamasına ilişkin çalışma tarzı söz konusu değildir.[4*]
      Buraya kadar emperyalist aşamada devrim durumunun (ya da devrimci durum) belirleyicisinin milli kriz olduğunu ve böyle bir krizle birlikte ortaya çıkan devrim durumunda, eğer kitlelerin örgüt ve bilinç düzeyi yeterliyse devrimin olabileceğinden söz ettik. Ve dedik ki, bu durum söz konusu olmadığı sürece, devrimci çalışma tarzı kesinkes "devrim aşaması" çalışma tarzı olamaz. Yani silahlı eylem yöntemleri (silahlı ayaklanma, gerilla savaşı vb.) temel alınamaz.
      Burada belirgin olan evrim ve devrim aşamalarının birbirinden kesin çizgilerle ayrılması ve her aşamanın çalışma tarzının birbirinden farklı olmasıdır. Evrim aşamasında silahlı eylem yöntemleri asla temel alınamaz, aynı şekilde devrim aşamasında da evrim aşamasının barışçıl yöntemleri sürdürülemez.
      Ve böylece ülkemizdeki tüm "sol"un "ortak paydası" net biçimde ortaya çıkmaktadır. İster devrimin nesnel koşullarının olmadığından, ister öznel koşullarının olmadığından söz edilsin (ki bunlardan hiç söz etmemek "sol"un bir başka "ortak paydası"dır), her durumda evrim aşaması çalışma tarzı temeldir, silahlı eylem yöntemleri temel alınamaz. Hatta silahlı eylem yöntemleri "şiddetle" kınanır (üstelik "şiddetin her türlüsüne karşıyız" söylemiyle).
      Bu konulara ilişkin kendilerine özgü bir görüşleri olmasa da, kendilerine yönelik her eleştiriye karşı Mahir Çayan yoldaşın evrim ve devrim aşamalarına ilişkin saptamalarında kendilerine bir dayanak ararlar. Ve eskimiş "THKP-C kökenliler" sayesinde de bir dayanak bulurlar.
      Ancak bütün bunlar "teorik" denilerek de kolayca bir yana bırakılabilir. Hatta Lenin'in Goethe'den aktardığı ünlü söze, "teoride her şey gridir, ama yaşam ağacı yeşildir" sözüne gönderme yaparak teorik saptamalar yerine "pratik"ten, "somut gerçeklikten" söz edilebilir.
      İşte Türkiye.
      Gerçek 1: Ekonomik kriz, her seferinde daha da genişleyerek ve şiddetlenerek sürekli mevcuttur.
      Gerçek 2: Ahlaktan dine, bireysel ilişkilerden aile ilişkilerine kadar topyekün ve sürekli bir toplumsal bunalım mevcuttur.
      Gerçek 3: Her gün yaşanan olaylarda herkesin açıkça gördüğü gibi sürekli bir siyasal kriz mevcuttur.
      Bu üç temel alana ilişkin üç gerçek göstermektedir ki, ülkemizde devrimin nesnel koşulları her zaman mevcuttur ve her zamankinden çok daha olgundur.
      Ama,
      Gerçek 4: "Sol güçsüzdür", legalistlerin "en büyüğü"nün kitlesel desteği binde birler düzeyindedir, kitleler örgütlü değildir, bilinç düzeyi "köşedönmecilik"in ötesine geçmemiştir. Ülkenin ve dünyanın koşullarının bilincinde olanlar toplumun olağanüstü küçük bir azınlığını oluştururlar ve bunların çoğunluğu da küçük-burjuva aydınlardan oluşur. Yani devrimin öznel koşulları mevcut değildir.
      Bu dört temel gerçekten yola çıkıldığında garip bir durumla karşı karşıya kalınır.
      Nesnel koşullar açısından devrim durumu mevcuttur, ama öznel koşullar olabilecek en kötü durumdadır. Devrim yapılması ne kadar kaçınılmazsa, devrimi yapacak kitlelerin varolmayışı da o kadar gerçektir.
      Bu "garip" durumda, ister istemez tarihe, dolayısıyla da tarihin somutluğundan çıkmış olan teoriye başvurmak gerekir.
      Mahir Çayan yoldaşın, Kesintisiz Devrim I'de "teorik" olarak ifade ettiği gibi, "Leninist ayrıma göre, devrim aşamasında olunabilmesi için a) proletaryanın bilinç ve örgütlenme seviyesinin devrim için yeterli olması gerekir. (Devrimin subjektif şartlarının uygun olması gerekir). b) Ezeni de, ezileni de etkileyen bir milli bunalımın olması şarttır." Ama yaşanılan koşullarda birincisi yoktur, ikincisi olgundur.
      Şimdi ne olacak?
      Eksik olan yan, devrimin öznel koşulları, yani kitlelerin bilinçli ve örgütlü olmasıdır. Öyle ise, asıl olan kitleleri bilinçlendirmek ve örgütlemektir. Bu da ("teorik" olarak) evrim dönemi çalışma tarzının yürütülmesi demektir!
      İşte, nereden bakılırsa bakılsın, her durumda varılan yer, "uzun evrim dönemi"dir. Diğer bir ifadeyle, "Devrim aşaması, kısa bir andır. Evrim aşaması uzun bir süreçtir."
      Bir kez daha yineleyelim: "evrim dönemlerinde parlamentoyu boykot etme, genel siyasi grevlere gitme, silahlı eylemin her türüne başvurma metodları devrimci değildir. Bu dönemde bu metodlara başvurma sol oportünizmden başka bir şey değildir. Devrimci çalışma metodları, başta proletarya olmak üzere emekçi kitleleri bilinçlendirme, propaganda, özel ekonomik grevler ve demokratik muhalefettir."
      Bugünkü "sol"un ne yaptığına baktığımızda ("ya siz?" diye soracak olan sabırsız ya da "münafık" okuyucumuzdan bir süreliğine "acilci" olmamasını, sabırlı olmasını isteyeceğiz), yapılmaya çalışılanın tam da bu olduğu görülecektir.
      Evrim ve devrim aşamaları, ister "teorik" olarak birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış olsun, ister ülkenin somut koşullarının "garip" durumundan yola çıkarak, "dün dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek lazım" denilsin, her durumda uzun bir evrim dönemi yaşandığı kabul edilmektedir.
      Elbette "uzun" bir evrim dönemi yaşandığı kabul edilse de, nesnel koşullar (ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımlar) her geçen gün olgunlaşmaktadır. Nesnel koşullar açısından devrim yapılması, siyasal iktidarın ele geçirilmesi giderek kaçınılmazlaşmaktadır. Ama bunu yapabilecek güç (öznel koşullar) mevcut değildir.
      Özellikle son yıllarda yaşanılan siyasal olaylar, emperyalist ülkelerin ülkeye doğrudan siyasal müdahalelerinin, AKP iktidarının "ılımlı islamcılığı"nın ve bunun karşısında "ulusalcılar"ın sefaletinin, "merak etmeyin ordu var"ın zavallılığının, devrimci bir hareketi ne kadar gerekli ve zorunlu kıldığı da açıktır. Ama iktidarı alabilmek için gerekli güç (öznel koşullar) mevcut değildir.
      Nesnel koşullar devrimi, devrimci iktidarı gereklilik ve zorunluluk haline getirirken, devrimcilerin bunu gerçekleştirecek güce, olanağa sahip olmaması, her durumda ilerici, demokrat, yurtsever ve devrimci insanların devrimci örgütlere, "sol" örgütlere güvensizliği, inançsızlığı beraberinde getirmektedir. "Uzun evrim dönemi"ne uygun legalist çalışma tarzıyla sağlanan bir avuç kadro da, bu güvensizlik ve inançsızlık içinde eriyip gitmektedir.
      Özetlersek: Ülkemizde, devrimin olması için gerekli nesnel koşullar her zamankinden çok daha fazla olgundur. Gerek emperyalist sistemin genel bunalımlarının dinamikleri, gerek ülkemizdeki ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımlar, bir yandan devrimi gerekli ve zorunlu kılarken, diğer yandan devrimin koşullarını daha da olgunlaştırmaktadır. Ama bu gereklilikleri ve zorunlulukları gerçekleştirecek güç, yani öznel koşullar (kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyi) yetersiz, hatta "hiç" denilebilecek kadar az olduğundan devrimin gerçekleştirilmesi olanaksızdır.
      Bu durumda temel sorun, devrimin öznel koşullarının yaratılmasıdır.
      Ancak, nesnel koşulların gelişim hızı ile öznel koşulların yaratılmasına yönelik "çalışma tarzı"nın yavaşlığı arasında büyük bir çelişki mevcuttur. "Sol"un legalist çalışma tarzının kaplumbağa hızıyla, nesnel koşulların hızına yetişmek olanaksızdır.
      Öyleyse ne yapmalı?
      Bu sorunun iki farklı yanıtı vardır:
      1) Nesnel koşullar ne kadar olgun ve hızla gelişirse gelişsin, her durumda kitleleri bilinçlendirmek, örgütlemek, kitle ile örgütün bağlarını sıklaştırmak, emekçi halk kitlelerini proletaryanın saflarına kazanmak, onları eğitmek ve yeni kadrolar çıkarmak için legal, barışçıl, yani mevcut çalışma tarzını sürdürmek.
      Nesnel koşulların böylesine olgun olduğu, siyasal olayların böylesine hızlı geliştiği, ekonomik krizlerin birbirini takip ettiği, toplumsal huzursuzluğun her geçen gün arttığı bir ortamda, böylesi bir "evrimci" çalışma tarzıyla ilerleme sağlamak, kitleleri etkilemek olanaksızdır. Bu nedenle de, "umudu büyütme"ye yönelik "inanç söylemleri" öne çıkartılır. Olayların gelişim hızına ayak uydurulamayacağı için de, varolan "kitle" değişik sokak çatışmalarıyla, çatışmalı "kitle" gösterileriyle elde tutulmaya çalışılır. Böylece nesnel koşulların olgunlaştığı bir ortamda "evrim dönemi" çalışma tarzı, elde olanı koruma çabasına dönüşür. Ve yaşayarak görüldüğü gibi, bu yöntem de işe yaramamaktadır.
      2) Nesnel koşulların olgunlaştığı, siyasal olayların hızla geliştiği vb. bir ortamda, öznel koşulların yaratılması ve geliştirilmesi için "evrim dönemi" çalışma tarzının dışında başka, farklı bir çalışma tarzı uygulamak.
      Bugün devrimci solun ve "sol"da yer alan herkesin karşısında duran bu iki temel yoldur. Ya biri, ya diğeri.
      "... emperyalist hegemonya altındaki ülkelerde, (ister II. bunalım döneminin emperyalist hegemonyasının dışsal bir olgu olduğu feodal, yarı-feodal ülkelerde olsun, isterse de III. bunalım döneminde emperyalist hegemonyanın içsel bir olgu olduğu emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu geri-bıraktırılmış ülkelerde olsun) evrim ve devrim aşamaları, (Çarlık Rusya'sında olduğu gibi zayıf da olsa) içsel dinamikle kapitalizmin geliştiği ülkelerdeki gibi kesin çizgilerle ayrılamaz.
      Bu tip ülkelerde devrim aşaması kısa bir aşama değil, oldukça uzun bir aşamadır. Evrim aşamasının nerede bittiğini, devrim aşamasının ise nerede başladığını tespit etmek fiilen imkansızdır. Her iki aşama iç içe girmiştir.
      Bu ülkelerdeki emperyalist hegemonya bağımsız bir milli burjuvazinin gelişmesine engel olduğundan ülke kapitalist bir ülke olsa bile, var olan kapitalizm kendi iç dinamiği ile gelişemediğinden çarpıktır, emperyalizme göre biçimlenmiştir. Emperyalist hegemonya toplumun kendi iç dinamiği ile gelişmesine engel olduğu için ülke alt yapı ilişkilerinden üst yapısına kadar, milli bir kriz içindedir.
      Bu milli kriz, tam anlamı ile olgun değildir. Ancak şu veya bu ölçüde vardır. Var olan bu krizin derinleştirilip olgunlaştırılması, tamamen o ülke devrimcilerine bağlıdır.
      Özetle söylersek, emperyalist hegemonya altındaki bütün geri-bıraktırılmış ülkelerde milli kriz, tam anlamı ile olgunlaşmış olmasa bile mevcuttur. Bu ise devrim durumunun sürekli olarak var olması, evrim ve devrim aşamalarının iç içe girmesi, bir başka deyişle silahlı eylemin objektif şartlarının mevcudiyeti demektir."[5*]

      Ne kadar "eski" bir değerlendirme!
      Bugüne kadar hep söyledik ve şimdi de söylüyoruz: Bizim gibi ülkelerde kapitalizm iç dinamikle gelişmediğinden, yukardan aşağıya, emperyalizmin çıkarlarına ve istemlerine uygun olarak geliştirildiğinden çarpıktır. Bu çarpıklık nedeniyle, emperyalizme bağımlı ülkemizde devrimin nesnel koşulları (milli kriz) her dönemde mevcuttur. Bazı dönemlerde olgunlaşırken, bazı dönemlerde zayıflar, ama her zaman varlığını sürdürür. Bu nedenle, milli kriz, bu ya da şu döneme özgü ve sadece bu ya da şu dönemde ortaya çıkan bir olgu değildir. Dolayısıyla milli krizin varlığına dayanarak evrim ve devrim aşamalarını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak olanaksızdır.
      Bu, birinci tarihsel olgudur.
      Devrimin nesnel koşulları her dönem mevcut olmasına rağmen, devrimin gerçekleştirilmesi için gerekli olan öznel koşullar, yani kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyi eşdeğer gelişmez. Kitleler, gerek günlük geçim derdi vb. nedeniyle, gerek düzenin şu ya da bu partisine "umudunu" bağlayarak, gerekse de düzenden "umutlarını" kesmeyerek devrim mücadelesinden uzak dururlar ve hatta çoğunluk olarak devrimci mücadeleye karşı çıkarlar. Mevcut düzenin ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımları kitleleri giderek daha fazla etkilese de, kitlelerin hoşnutsuzluğunu daha da fazla artırsa da, bunlar düzene karşı bir mücadeleye, eyleme dönüşmez. Kitlelerin ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalımlardan kaynaklanan huzursuzluğu ve hoşnutsuzluğu ile mevcut düzen arasında (oligarşik düzen) suni bir denge mevcuttur.
      Bu suni denge, nesnel koşullara eşdeğer bir öznel gelişmenin olmasını engelleyen en temel etmendir.
      Bu da, ikinci tarihsel olgudur.
      İşte bu iki tarihsel olgudan hareket edildiğinde, (tüm zamanlarda olduğu gibi) nesnel koşullar devrim için olabildiğince olgunlaşırken öznel koşulların yetersizliğini alt etmenin yolu, suni dengeyi bozmaktan geçer.
      Suni dengeyi bozmak, bir yandan mevcut düzene karşı varolan tepkilerin açığa çıkartılmasını, eyleme dönüşmesinin koşullarının yaratılmasını, diğer yandan kitleleri bilinçlendirmeyi ve örgütlemeyi içerir.
      Bu bozma eylemi, evrim dönemi çalışma tarzından tam olarak farklı bir mücadele biçimini gündeme getirir. Kendi "ezberimiz"in sözleriyle, silahlı propagandanın temel mücadele biçimi olarak yürütülmesi gerekir.
      "Silahlı propaganda, belli bir devrimci stratejiden hareketle, emekçi kitlelere elle tutulur, gözle görülür maddi ve somut eylemlerden hareketle, soyuta gider. Maddi olaylar etrafında siyasi gerçekleri açıklayarak, kitleleri bilinçlendirir, onlara politik hedef gösterir. Silahlı propaganda, halkın düzene karşı olan memnuniyetsizliğini ajite eder, onları emperyalist beyin yıkamanın giderek etkisinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar, giderek de, bilinçlendirir. Merkezi otoritenin görüldüğü gibi güçlü olmadığını, onun kuvvetinin herşeyden önce yaygara, gözdağı ve demagojiye dayandığını gösterir.
      Silahlı propaganda, herşeyden önce, günlük maişet derdi, vs. içinde kaybolan, emperyalist yayınla şartlanmış, düzenin şu veya bu partisine ‘umudunu' bağlamış kitlelerin dikkatini devrim hareketine çeker, uyuşturulmuş, pasifize edilmiş kitlelerde kıpırdanma yaratır."
      "Silahlı propaganda, kır ve şehir gerilla savaşı ile psikolojik ve yıpratma savaşını içerir."[6*]

      Devrimci mücadele tarihimiz, bu mücadele biçiminin nasıl yürütüleceği ve nasıl geliştirileceğine ilişkin zengin deneyimlere sahiptir. Ama asıl sorun, bu mücadele biçimini ve bu mücadele biçimini temel alan devrimci stratejiyi kavramak ve pratiğe geçirmektir.
      İşte legalizmin, pasifizmin soldaki egemenliği, bu gerçeğin görülmesini engellemektedir. Bu gerçek görülmediği sürece, devrim basit bir "umut", bir "iman" konusu olmaktan öteye geçmeyecektir. Daha da olumsuz olanı, "evrimci" çalışma tarzını "inadına" sürdüren legalizmin etkisi altında kalan insanlar giderek "umutlarını" ve "imanlarını" yitirmeyi sürdürecekler, kendi güçleri dışında, gerçek devrimci mücadelenin gelişimi dışında "başka" gelişmelerden "medet" umar hale geleceklerdir, gelmektedirler.
      Bugün, ekonomik, toplumsal ve siyasal düzeni değiştirebilecek hiç bir sınıfsal özelliğe sahip olmayan kadın hareketi, çevrecilik, işsizler hareketi vb.'nden, "Kürt sorunu"nun AKP (ve asıl olarak Amerikan emperyalizmi) eliyle "çözülmesi"nden "medet" umulması (bir aralar "küreselleşme karşıtı hareket"ten "medet" umulduğu gibi), özcesi nesnel koşullardaki gelişme karşısında öznel gücün olmayışının yarattığı "çaresizlik", her seçim sonrasında yaşanılan "kişisel bozgun havası", gerçek devrimci yolun, gerçek devrimci çizginin unutturulmaya çalışılmasının bir sonucudur.
      Evet, çözüm, çare bu devrimci stratejide, bu devrimci çizgide, bu devrimci mücadele biçimindedir. Bu çizgi, bu strateji pratiğe geçirilmediği sürece, ister "sol"da yer alınılsın, ister "kitle" olunsun, gelişen siyasal olayların izleyicisi olmaktan, ekonomik krizlerin "mağduru" olmaktan bir adım öteye geçilemeyecektir.
      Bu, temel tarihsel gerçektir.
      Temel tarihsel gerçek bu olmakla birlikte, bunun pratiğinin kolay olacağını iddia etmiyoruz. Böyle bir devrimci stratejinin pratiğe geçirilebilmesi için, herşeyden önce, bu stratejiyi kavramış kadrolar gereklidir. Bu kadrolar da, "gökten zembille" inmeyecektir.
      Mevcut düzen, 1980 sonrasında, legalistlerin, pasifistlerin, kuyrukçuların katkılarıyla yeni bir kuşak yaratmıştır. 90'ların söylemiyle "iki anahtarlı" (konut ve otomobil) ve kredi kartlı yaşam "umudu"na tutulmuş küçük-burjuvazi (kamu emekçilerinden toplu konut sakinlerine kadar), ne kadar AKP iktidarına karşı olursa olsun, her durumda mevcut düzenin sürmesinden yanadır, mevcut düzeni yıkacak ya da "istikrarsızlığa sürükleyecek" bir devrimci alternatifin varlığına karşıdır. Düzenin apolitikleştirici ve pasifize edici yapısal faaliyetleri, bu küçük-burjuvalar tarafından istemsel olarak desteklenmektedir. "Sol"un, seçimlerde binde küsür oy alan legalist solun "tabanı"nı oluşturanlar da onlardır. Onlar, Komünist Manifesto'nun son sözleriyle, "zincirlerinden başka" kaybedecek şeyleri olan ve bunları kaybetmemek için düzene sımsıkı sarılan, ama yine de ekonomik bunalımlarla her seferinde "kaybeden" hamkafalılardır.
      Artık eskisi gibi, kent küçük-burjuvazisinin hızla politize olması ve bu politizasyonla gelişen kitle siyasal eylemleri söz konusu değildir. Bu nedenle de, devrimci mücadelenin kadroları da, böylesi bir gelişimin ürünü olmayacaklardır.
      Devrimci mücadele, mevcut düzenden tüm umutları yitirenlerin, açlık ve sefalet içinde yaşayanların öfkeli bir başkaldırısı da değildir. Devrimci mücadele, bu düzenin değişmesi gerektiğinin bilincinde olan ve bu değişimi gerçekleştirmek için mücadele etmeye karar veren insanların yürüttüğü bir mücadeledir. Bu mücadele, kitleselleşmeden önce ve kitleselleşmek için, öncü savaşçı kadroların zorlu ve kararlı bir mücadelesini öngerektirir. 12 Eylül terörüyle (otuz yıl sonra bile!) korkutulmuş bireyler, bu korkuların üretildiğini anlayamadıkları sürece, böylesi bir mücadelenin zorlukları karşısında legalistlerin saflarında kalmayı sürdüreceklerdir.
      Bugün devrimci mücadele, öncü savaşçı olabilmeyi göze almış kadroların eylemiyle sürdürülecek ve geliştirilecektir. Bu, bir bilinç işidir. Bu bilinç, kriz ortamında bile, eğer "düşürülmez"se, hiç bir zaman "düşmeyecek" olan iktidarın yıkılabileceğinin bilincidir.
      Bugünün somut koşullarında, yaşanılan ekonomik, toplumsal ve siyasal kriz koşullarında, sözünü ettiğimiz devrimci bir örgütün mücadelesinin nelere yol açabileceğini bir an için düşünen herkes, bu gerçekleri kolayca anlayabilecektir.
      Gelişen olaylar karşısında, "şimdi birileri çıksa da şöyle bir şey yapsa" diyorsanız eğer, biliniz ki, bu yolun dışında başka bir yolun olmadığının farkındasınızdır. Farkındaysanız eğer, bu yolun tek çıkış yolu olduğunu, başka bir alternatifin olmadığını biliyorsunuzdur. Belki bir şeyler yapmak isteyecek, ama pek çok nedenle yapamayacaksınızdır. Devlet, egemen sınıfın o baskı aygıtı, ne kadar kendi içinde çatışırsa çatışsın, her durumda kendisine karşı olanlara karşı hazır ve nazırdır. Herkesin legalist, her şeyin açık ve aleni olduğu, her yerin yasadışı olarak izlendiği ve dinlendiği bir ortamda devrimci olmak çok daha zor ve çok daha "risklidir". Yine de yapabileceğiniz bir şeyler vardır. Sadece bu yolu öğrenmek ve öğretmek bile, bu "çaresizlik" havasının dağılmasına katkıda bulunacaktır.






Dipnotlar

[1*] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim I.
[2*] "Bir marksist için, devrimci bir durum olmadıkça devrimin olanaksız olduğu kuşkusuzdur, ama her devrimci durum da devrime yol açmaz. Devrimci bir durumun göstergeleri, genel olarak nelerdir? Başlıca şu üç göstergeyi ileri sürerken yanılmadığımıza inanıyoruz: 1) Egemen sınıflar için egemenliklerini değişmez bir biçim altında sürdürme olanaksızlığı; şu ya da bu biçimde ‘üstteki sınıflar' arasında bunalım, egemen sınıfın politikasında, ve ezilen sınıfların hoşnutsuzluk ve öfkesinin kendine yol açacağı bir çatlak oluşturan bir bunalım. Devrimin patlaması için, genellikle ‘alttaki sınıflar'ın eskisi gibi yaşamayı ‘istememesi' yetmez, ama ‘üstteki sınıfların artık bunu yapamaması' da gerekir. 2) Ezilen sınıfların yoksulluk ve sıkıntısının, her zamankinden çok kötüleşmesi. 3) ‘Barış zamanı'nda kendini ses çıkarmadan soyduran, ama çalkantılı zamanlarda genel olarak bunalım tarafından olduğu denli, ‘üstteki sınıflar'ın kendisi tarafından da bağımsız bir tarihsel eyleme doğru itilen yığınların etkinliğinde, yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü görülen artış.
      Yalnızca şu ya da bu grup ve partinin değil, ama şu ya da bu sınıfın iradesinden de bağımsız bu nesnel değişiklikler olmadıkça, devrim, genel kural olarak, olanaksızdır. Devrimci bir durumu, işte bu nesnel değişikliklerin tümü oluşturur." (Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 136-137.)
[3*] 70'li yıllarda, devrimin bir "umut" olmaktan öte somut bir gerçeklik olarak görüldüğü yıllarda evrim ve devrim aşamalarını basit bir nicelik birikimi ve nitelik dönüşümü olarak tanımlayan oluşumlar ortaya çıkmıştır. Oysa, Mahir Çayan yoldaşın yazılarında açıkça ifade edildiği gibi, evrim ve devrim aşamaları devrimci mücadelenin değişik evrelerindeki çalışma tarzına ilişikin kavramlardır. Basit biçimde nicelik ve nitelik olarak kavranamaz.
[4*] "... devrim her devrimci durumdan değil, ama yalnız yukarıda sayılan nesnel değişikliklere öznel bir değişikliğin, yani devrimci sınıfa ilişkin olarak, hatta bunalımlar çağında bile, eğer ‘düşürülmez'se, hiçbir zaman ‘düşmeyecek' olan eski hükümeti tamamen (ya da kısmen) yıkacak denli güçlü yığınsal devrimci eylemler yürütme yeteneğinin de gelip eklendiği durumdan doğar." (Lenin, agy, s. 137.)
[5*] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
[6*] Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III.
      "Temel mücadele biçiminin bu şekilde ele alınması, elbetteki öteki mücadele biçimlerinin ihmal edilmesi demek değildir. Silahlı propagandayı temel alan örgüt, öteki mücadele biçimlerini de gücü oranında ele alır. Ancak öteki mücadele biçimleri talidir. Silahlı propaganda, temel mücadele biçimidir. Bu ekonomik ve demokratik kitle hareketlerine seyirci kalınması demek değildir. Örgüt, gücü oranında, ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafında kitleleri örgütlemeye çalışır. Oligarşiye karşı her çeşit tepkiyi yönlendirmeyle uğraşır. Ancak başlangıçta asla her yere koşmaz, gücünü aşan silahla güven altına alınamayan kitle hareketlerinin içine girmez. Gücüyle orantılı olarak silahlı propagandanın dışındaki, bilinçlendirme, siyasi eğitim, propaganda ve örgütlendirme işleri ile uğraşır." (agy)



Kurtuluş Cephesi, 113 Sayı, Ocak-Şubat 2010